Süreyya Yusuf, takvime göre tam 4o yıl olmuş bu dünyaya veda edeli…
1977 Ustrumca’da askerlik görevindeydim.Öğlen sonrasıydı.
Karyolamda uzanmış, Üsküp Radyosu’nun Türkçe haberlerini
dinliyordum.Bir anda sunucunun okuduğu bir haberle yıkılmıştım.
Tatilde bulunduğu Burhaniye kenti yakınlığındaki Ören yazlama
yerinde büyük dilcimiz, edebiyatçımız, aydınımız Süreyya Yusuf
ağır bir kalp krizi geçirerek, yaşamını yitirmişti…
Bir an bunu kabullenmek istememiştim. Olamaz, bir yanlışlık var gibisinden…Hiç unutmam o gün çok perişan bir haldeydim…
Ertesi gün “Birlik” gazetesi gelmişti. Özdeş haber orda da yer alıyordu…Demek ki Süreyya Yusuf’u gerçekten kaybetmiştik…
Süreyya Yusuf, 1923 Köprülü doğumlu. Orada ilkokulu bitirdikten sonra ailece Üsküp’e yerleşiyorlar. Üsküp’te Büyük Medrese’yi, Belgrad’ta Şarkiyat’ı bitiriyor. Ama daha önce o dönem gençlik kollarında etkin bir genç aydın olarak yer alıyor.
Ardından ikinci dünya savaşına katılıyor…Öğretmen, okul müdürü, Priştine Radyosu’nda çocuk yayınları sorumlusu, Çevren Dergisi’nin ilk sorumlu yazarı, bir ara Prizren’de Yüksek Pedagoji Okulu’nda Türk Dili ve Edebiyatı dersini verir…Kosova’da Türk Dili üzere öğretmen kadrosunun yetiştirilmesinde özel çaba harcar.
1973/74 yıllarında Priştine Felsefe Fakültesi’nde Şarkiyat Kürsüsü’nün açılmasında önemli rol oynar..
Süreyya Yusuf, ayrıca Sesler dergisinin yazı kurulu üyesi ve dönüşümlü olarak sorumlu yazar görevini de yapar..
Süreyya Yusuf deyince, çok yönlü bir kişilik geliyor aklımıza.
Bu toprakların çok güçlü bir dilcisiydi, her şeyden önce. Türkiye’de de büyük saygınlığı vardı.
Öyküler yazdı, oyunlar yazdı, halkbilimi konusunda da yoğun çalışmaları oldu.
Çevirileri, eleştiri yazıları…
Otoriter bir kişilikti. Priştine Televizyonu’nda yaptığım yayınlarda zaman zaman birlikte olma fırsatım oldu. Onu proğrama, stüdyoya konuk etmek başlı başına bir onurdu. Kısa bir dönem talebesi de oldum. Birkaç dersine girmiştim. Örneğin, Vurgu üzerine durduğu bir dersini çok iyi hatırlıyorum…
Derdi bilinçli bir halktı. Halkı bilinçlendirmek için büyük çabalar harcadı. Yeni kadroların yetişmesi için can baş çalıştı. Belli kadroların çocuklarını başka dillerde okutmaları gücüne giderdi. Üzülürdü. Bir şekilde bu tür davranışları halkın sırtına hançer vurmak olarak yorumlardı…Tan’da yayınladığı “Dilimiz halkımızın kendisidir” başlıklı yazısında diğerleri arasında şunları der: “…Bu okulların ya geleceğine güvenmediğinden, ya da başka dil üzere okutmayı üstün bulduğundan kimi aydın, bilinçli ve siyasetçi geçinen kişiler, kendi çocuklarını başka okullara yazdırmakla, gerek dilimiz üzere olan okul sorunlarından, gerek kendi dillerini kullanmaktan uzaklaşmayı sağladılar. Bu, kendi kendini yadırgamanın en anlamsız örneklerinden sayılsa gerek…”
Evet, Süreyya Yusuf’un, haksızlıklara hiç tahammülü yoktu. Dobraydı. Sözünün eriydi. İnandığı, bildiği gerçekleri konuşmaktan sakınmadı. Bilgi dağarcığı geniş, donanımlı, engin kültürü olan büyük bir şahsiyetimizdi.
Süreyya Yusuf’un mektupları, yazışmaları başlı başına bir değer, bir belge özelliğini taşır.Yaşar Nabi, Mahmut Makal, Orhan Kemal, Rıza Mollov, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Nevzat Üstün, Aziz Nesin, Ömer Faruk Toprak, Necati Zekeriya gibilerle yazışmaları bence ayrıca ele alınmalı, üzerinde durulmalıdır..
Fahri Kaya’nın “Süreyya Yusuf ya da bir portre denemesi” adlı yazısından bir alıntı yapmak istiyorum..1950 yılında tanıdığı dostu, arkadaşı Süreyya için diğerleri arasında şunları vurgular:”…Süreyya Yusuf, birkaç tezgahta aynı zamanda çalışabilen bir aydınımızdı. Kurduğu tezgahların her birinde , birçok yararlı ve uzun ömürlü ürünler dokudu. Bu dokumaların aracı gene dildi. Bir aydının sahip olması gereken bilgi, kültür ve gerekli olan diğer öğelerden yoksun değildi. İyi bir insan, iyi bir arkadaş, iyi bir dost, iyi bir eş, iyi bir babaydı. Çok genç, daha nice nice yapıtlat yaratabileceği bir dönemde aramızdan ayrılıp gitti. Yazık oldu…”
Ölümü ardından yazanlardan biri de Fakir Baykurt’tur. Varlık’ta yayınlanan yazı “Süreyya Yusuf’un Uçup Gidişi” adını taşır. 1976 kışında tanıdığını yazar…Türkçe gibi Türkiye’yi de sevdiğine vurgu yapar. Ören’de beraber geçirdikleri günlerden söz eder.
Ölümü çok etkiler Fakir Baykurt’u.”…İnanılır gibi değil, o benzi çıra gibi adam, o yaşam dolu insan…Güya ertesi gün buluşacaktık. Güya Ayaklı’ya gidip çay içecektik. Güya Ohri, Struga şiir şenliklerinde birlikte olacaktık. Süreyya Yusuf zamansız yürek durmasından genç yaşta ölüp giden alçakgönüllü dostum , kimbilir ne çok çile çekti yaşamında. Kimbilir ne kadar acıyı tıktı doldurdu yüreğine, kurdu kurdu. İşte Ören yolunda durdu o da…”
Ölümü ardından yazı yazanlar arasında Tarık Dursun K. da vardır. Yazısında övgüyle bahseder Süreyya hakkında..Kosova’da, Makedonya’da tek başına Türk Dil Kurumu gibi çalışan, Türkçe yazan, Türkçe okuyan, buralardaki Türklerin dillerini düzeltip doğru ve yaşayan bir Türkçe ile konuşmalarını ve yazmalarını sağlayan bir yiğit öğretmen öldü, der… Yugoslavya Türkleri Süreyya Yusuf’u çok arayacaklar. Görkemli öğretmenleri artık yok. Şimdi onun yetiştirdiği öğrenciler var. En az öğretmenleri Süreyya yusuf kadar bilinçli, Türkiye Türkçesine vurgun, sınırlar uzağında dilimizi yanlışsız yazma ve okuma çabasındaki öğrencileri…”
Necati Zekeriya “Eh Süreyya Kardeş” diyecektir yazısının başlığında…”İstanbul’da bir Cumartesi ayrıldık, eyvallah demeden birbirimize. Çünkü pazartesi tekrar görüşecektik. Görüşemedik nedense. Şimdi naaşın fakülte önünde. Akıp götüreceğiz, toprağa vereceğiz seni. Bu kez de eyvallah demiyeceğim sana. Çünkü sen aramızdasın. Hepimizde senden bir şeyler var. Bir kez açmıştın baharını, dostça, kardeşçe, insanca yaşayacaksın ölümsüzlüğünü hep, diyerek: “Biz dünyadan gider olduk/kalanlara selam olsun.”
Yunus’un bu iki dizesini sen de severdin, değil mi Süreyya kardeş?…”
Necati Zekeriya, Süreyya’nın ölümü ardından bir de şiir yazmıştı: “Yansa Da Ateş Uzanır Elim” . Bu şiirin son iki dizesi şöyledir:
“Kahvenin yanında döllenmiş kiraz, açmış akasya,
Ne olur dirilip masama gelse günbatımında Süreyya.”
Nusret Dişo Ülkü, duygularını Ölüm Haberi adlı şiirinde dile getirir. Son dizeleri şöyledir:
Cenaze töreninde ben yoktum
Hürriyet meydanında, (Bab-ı Ali’de)
20 Temmuz’da, İstanbul’da
Üç günlük yas tuttum
Yaşamayı unuttum.
2017 yılı ölümünün 4o. yılı ya, yıl sonuna kadar bu büyük şahsiyetimizi değişik yönleriyle ele almanın fırsatıdır. Umarım, değişik içerkilerde etkinlikler düzenleyerek bize düşen görevi, evet sorumluluğu da yerine gitirmiş oluruz.
Yazımı, Türk şiirinin güçlü şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiiriyle sonlandırmak istiyorum. Dağlarca, Süreyya Yusuf’un ölümü ardından AĞIT adlı şiirini yazmıştı:
Bu son yolculuğunda seni kim taşır
Otu seven
Çiçeği seven
Ağacı seven
Özgürlüğü
Kurtuluşu
Özerkliği seven
Bu son yolculuğunda seni kim taşır
Yeryüzünü seven
Dağılır karanlık
Hepsi hepsi hepsi gider evlerine
Bu son yolculuğunda seni kim taşır
Dizelerim taşır
Prizren, 19 Temmuz 2017
Zeynel Beksaç
YAZ ORTASINDA DOLU YAĞDI
ARNAVUTLUK’TA AKRAN ŞİDDETİ PROTESTOSU
BALKANLAR’IN GELECEĞİ TİCARETLE ŞEKİLLENECEK
İSTANBUL EĞİTİM ZİRVESİ 2024 DÜZENLENİYOR
ÜSKÜP’TEKİ FESTİVALDE TÜRK ÇAYI TANITILDI