Gilan Türk Öğretmenlerinden, eski kasabalıların gönüllerinde taht kurmuş, Gilanlı eski Türklere Bay Faruk dedin mi yediden yetmişe tanımıyan yoktur. Tam bir Osmanlı torunu ve Atatürk ile arkadaşlarının kurduğu bir Cumhuriyet adamı, Osmanlı torunu dediğimzde 5-6 dil konuşabilen, 5-6 dilde türkü şarkı söyleyebilen her ortam ve her toplulukta tatlı dili, güler yüzü ve sevecen tavırları ile insanın gönlünü alabilen, dertlerinden, sıkıntılarından uzaklaştırabilen bir büyüğümüz, bir aydınımız, bir öğretmenimiz.
Kendisinin adını daha 3-4 yaşlarında iken duymuştum. Ağabilerimin, ablalarımın hatta ve hatta öğretmenlerimin öğretmeniydi. Bay Faruk, Bay Fehmi, Bayan Kadriye, Bay Yaşar gibi değerli öğretmenlerimizden biri. Bay Faruk (Mustafa) Yelmen, Bay Fehmi Haci Mahmut (Üsküp’te çıkan Birlik Gazetesi’nin Gilan Muhabiri), Bay Meydin ve Bayan Kadriye Rüjdi gibi tüm bu öğretmenler sadece işlerini yapmakla yetinmiyor ayrıca Gilan’da kurulan “Yeni Hayat Cemiyeti” bünyesinde faaliyet gösteren tiyatro kolunda da aktif rol alıyordular. Dönemin şartlarını göz ardı etmeyecek olursak, Bayan Kadriye’nin Gilan’da ilk kadın sanatçı olması onu önemli kılan en büyük özellikleri yanında kadınların toplumdaki yerine de örnek teşkil etmiştir.
1957-1966 yılları arasında yaşanan göç dalgası birçok Gilan Türk’ünü olduğu gibi değerli öğretmenimizi de Türkiye’ye savurdu. Bay Faruk, Bay Fehmi ve Bayan Kadriye’yi ancak fotoğraflarda görebilmiştim ta ki 1999 yıllında Kosova Savaşının patlak vermesiyle savaşın onbirinci günününde anavatanım Türkiye’me varana kadar.
Açıkça ifade etmek gerekirse Bay Faruk’u yakından tanımak onunla bir araya gelip sohbet etmek benim için gerçekten bir hayal olmuştu. Kendisiyle bir araya gelmek, kendisiyle sohbet etmek herkes için olduğu gibi benim için de büyük bir şerefti. Nedeni ise 15-16 yaşlarındayken Gilan Türk okulunda çocukluk döneminde öğretmen olmuş ve ister öğrencileri tarafından ister meslektaşları ister de kendi öğretmenleri tarafından kendisine olan sevgi ve saygının inanılmaz derecede büyük olması idi.
1997 yıllına baktığımızda, Kosova Gilanlılar Kültür ve Dayanışma Derneği’nin temellerinin atıldığını görüyoruz. Kendisi kurucu üyelerinden, derneğin kurulmasında öncülük etmiş isimlerden. Derneğin kurulmasında birçok şahıs ve şirketin yardımları yanı sıra Gilanlılardan Fahrettin Gülener (TBMM Bursa eski Milletvekili) ve Selahaddin ve Merhum Hilmi Bölükbaş’ın (As Metal Sahipleri) maddi ve manevi destekleriyle dernek kuruluyor.
Dernekçiliğin ne kadar önemli bir olgu olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Çünkü Bay Faruk’u Gilanlılar Derneği’nde tanıma fırsatım oldu. Bay Faruk’u, Gilanlıların anlattıklarından daha bir hoşgörülü, daha dostane, tek sözle her yönlü bir aydını tanımak gerçekten benim için şeref ve gurur vericiydi. Bir diğer derneğimiz olan Rumeli Türkleri Derneği’ne gündüzleri satranç oynamaya gittiğimde orada da bir dostumun vasıtasıyla, Yücel Teşkilatı mensuplarından ve Rumeli Türkleri Derneği’nde bir ara başkanlık yapan merhum Refik ÖZER ile tanışma fırsatım oldu. Merhum ile saatlerce muhabet eder Balkanlarda Türklerin durumunu konuşur, Kosova Gilan’ı anlatırdı. Bizzat merhumun kendi ağzından da Bay Faruk Mustafa (Yelmen), Bay Fehmi ve Sabri Hacımahmut ve arkadaşlarının, ikinci derece Yücel Teşkilatı’nın Gilan yapılanması sorumluları olduğunu duymuştum.
Merhum Refik amcanın bu sözlerinden sonra Bay Faruk ve Üsküp’te öğretmen kurslarına devam etmiş büyüklerimize karşı bendeki sevgi bir kat daha arttı.
Ayrıca Refik amcanın babasının, Üsküp Burmalı Camii’nde imamlık yaptığını biliyoruz. Belli bir süre sonra cami yıkılıyor yerine de Yugoslavya Halk Ordusu evi inşa ediliyor. Merhumun babasının kendisine:
“Bu olaylar, yirmi yıl hapis yatmaktan güç, idamdan daha kötü ve daha büyük bir ceza” sözlerini, kurumuş iki gözünden iki damla göz yaşıyla anlatması ancak iyi bir film senaryosunda olabilirdi.
Bay Faruk Gilan Musa ZAJMİ İlkoöğretim okulunda 7 sınıf Türk öğrencileriyle birlikte
Bay Faruk’un Gilan’a gelişinde ve okullarımızı ziyaretinde kendisi bizlere altmış yıl önce 10 Kasım 1957’de, 21 yaşındayken Türkiye’ye ablasının ve dayısının yanına göç ettiğini söyledi. Kendisi bu günü şöyle anlatıyor:
“Bu gün benim için özel bir gün, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü, çocukluğumun ve gençliğimin bir bölümünü geçirdiğim, çok sevdiğim doğum yerimden ayrılmamın, annemin vatanına, kardeşlerine kavuşması gibi farklı duyguları aynı anda yaşamamıza tanıklık etmiş bir gün…”
Değerli hocamızın anlattığı bize, Halide Edip Adıvar’ın “Bayrağımızın Altında” hikayesinden kesitleri hatırlatıyor; “…düşman bayrağı altında yaşamayı her türlü felaketten daha kötü sayan, yaşlı bir anne…. Düşman esareti altında ölmektense, özgür olarak bağımsızlığımızın sembolü olan bayrağımızın dalgalandığı topraklarda ölmek daha iyidir. …..Yolda ölürsem, oğlum ölümü bizim bayrağımızın olduğu toprağa götürecekti…Hayatta bir tek mühim şey vardı; öldüğü zaman cesedinin düşman bandırası altında kalmaması…Allah emanetini istediği zaman alsın, toprağım bizim bayrağımızın altında olacak…”
Bay Faruk’a bundan bahsettiğimde bana hak vermekle beraber kendisi bizlere, Rumeli’de onlardan önce yaşayanların daha fazla zorluklara şahit olduğunu ekledi.
Kendi döneminden bahsederken, onların göç ettiği dönemin Komunizm ve Rankoviç dönemine denk geldiğini belirtiyor. Bu dönemin de ağır bir dönem olduğunu, buna ragmen Gilan’da kalmak istemesine, annesinin Gilan’da hiç bir yakınının olmamasının bir neden olduğunu, Gilanlıların her zaman ve her yerde yardım sever olduğunu ve göç ettiğinde kendilerini sahiplendiklerinden bahsediyordu.
“ Ben de ilkokulu bitirir bitirmez onaltı yaşlarımdayken öğretmen olabilmem için nüfus dairesinde yaşımı iki şahitle onsekize çıkardılar ve Üsküp’te düzenlenen Türkçe eğitim-öğretimde çalışabilecek aday öğretmenler kursuna gönderdiler. Kursu yüksek başarıyla bitirdikten sonra Gilan’da Türkçe eğitimde en genç öğretmen olarak çalışmaya başladım. Mesleğimi çok sevdim ve mesleğimde çabuk ilerleme kaydetmeme ragmen, çeşitli baskılara maruz kaldık. Komunist rejim tarafından evimize ara sıra baskınlar düzenlenirdi. Okulda çalışan matematik öğretmenimiz Fehmi Hacı Mahmut bey’in oruç tuttuğundan dolayı işine son verildi. Ancak benim arkadaşlarla birlikte okul müdürüne ve belediye yetkililerine bu dersi başka verecek öğretmen olmadığından dolayı yeniden göreve başlamasını talep etmemizle, büyük sıkıntılar ile yeniden öğretmenliğe başladı. Daha sonraları bazı Arnavutlar ve Türkler, o zamanki rejime daha hoş görünmek için Türk ailelerine, hatta öz kardeşlerine devamlı rejim baskısı yapıyordu. Devlet işinde olanları yerlerinden bezdirmek ve göçü hızlandırmanın hedeflendiği bir dönemdi. Gerçekten çok zor bir dönem.”
Öğretmenler Bay Ziya NOVOBIRDALI, Bay Yaşar YAŞAR ve Bay Faruk (MUSTAFA) YELEMEN1952/1953 okul yılı bay Faruk Öğretmenini 2 sınıf öğrencileri
– Hocam, eve düzenlenen baskınlar dediniz, bunun amacı neydi? Siz henüz 17-18 yaşlarında bir genç. Gerçi o zamanlar da tüfek arama dönemine denk geliyor, ama siz henüz hayata yeni atılmaya başlamışsınız, sizde silah olamayacağı kesin. Acaba Üsküp’te bulunduğunuz dönemde Yücelciler Teşkilatı Mensuplarından birileriyle yada akrabalarıyla temasta bulunmuş olabileceğinizden dolayı olabilir mi? Ayriyetten, Makedonya’daki Yücelcilerle veya yakınlarıyla görüşme fırsatınız oldu mu, onların tavsiyeleri neydi?
– İlk önce şunu söylemek isterim ki, bu çok hassas bir konu. O dönem çok zor bir dönemdi, bunun tarifini yapmak da çok zor. Rejime sadık olmayanları buralardan bezdirme ve göçe mecbur kılma politikaları hakimdi, öyle ki yüzlerce aile Türkiye’ye göç etme mecburiyetinde kaldı.
Yücelcilere gelince, doğrudan cevap vermem biraz zor ama doğrudan veya benim bilgim dahilimde Yücelcilerle görüştüğümü söyleyemem. Çünkü o zamanlar için görüşmek çok tehlikeliydi. Fakat onlara yakın ve onlardan etkilenmiş, belki de İknici Kuşak Yücelciler teşkilatı mensuplarıyla görüştüğüm olmuştu. Hatta bir seferinde Manastıra gittiğimde, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün okuduğu okulu ziyaret etmiştim. Bu ziyarette buluştuğum Manastırlı bir Türk öğretmenin sözleri bugün dahi kulaklarımdadır. Manastırlı öğretmen nereli olduğumu sorduğunda, Gilanlı olduğumu söylemiştim. Bana öyle bir sarılmıştı ki neye uğradığımı şaşırmıştım. Ne oldu diye sorduğumda cevabı inanılmaz gibiydi. Gilan ve Gilanlıların Atatürk’ün hayatında ayrı bir yeri varmış. Osmanlı Gilan ve Kumanova’yı Sırplara bırakınca, “Serseriler! O güzelim yerleri nasıl Sırplara bırakırsınız!” diye bağırıp çağırdığını anlattı. Bu da bana bir mesaj gibiydi. Sonra, Atatürk Manastır Askeri İdadisi’ndeyken, Manastırlı bir genç kızın Mustafa Kemal’e inanılmaz hayranlığını anlattı. O zamanlar Mustafa Kemal’e kızın hayranlığını anlatan kişiler, Mustafa Kemal’den bu genç kızla görüşmesi için zar zor randevu almışlarsa da, kızın kalbi rendevu saati gelince heyecandan durmuş. Bu öykü de beni derinden etkilemişti…
– Hocam, sizinle ister İstanbul’da, ister Gilan’da olsun, birkaç düğünde beraber olduğumuzda, “Bitola, moj roden kraj” – “Manastır, Benim Doğum Yerim” parçasını büyük bir heves, sevgi, coşku ve hüzünle dinliyordunuz. Bu kadar duyguyu aynı anda hissetmenizin nedeni nedir acaba?
– Evet, bu gerçekten öyle. Her zaman, her yerde “Bitola, moj roden kraj” parçası bana Gilanı, Atatürkü ve Manastırlı güzel kızın Atatürk’e olan hayranlığını hatırlatıyor. Gerçekten inanılmaz duygular yaşatıyor. Hele bu yaşta öğrencilerle birlikte olmak bana sözlerele aifade edilemez duygular yaşattı. Bu duyguları bana bu yaşta bird aha uaşattığınız için tümünüze sonsuz teşekkürler….
KOSOVA TÜRK HALKI HAYALİ BİR HALK MIDIR?
İSTANBUL EĞİTİM ZİRVESİ 2024 DÜZENLENİYOR
ÜSKÜP’TEKİ FESTİVALDE TÜRK ÇAYI TANITILDI
HIRVATİSTAN SAĞLIK BAKANI BEROS YOLSUZLUK ŞÜPHESİYLE GÖREVDEN ALINDI
BALKANLAR’DA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ VE TÜRKOLOJİ SEMPOZYUMU SARAYBOSNA’DA BAŞLADI