a
b
b

HALKIM DİYEBİLMEK…

‘Topluca sevinebilmek’, diye yaklaşık kırk yıl önce Tan Gazetesi’nde bir yazım yayınlanmıştı. Bireyden çok, topluca mutluluğun bizler, yani Kosova Türkleri için daha mantıklı ve daha kazançlı olduğuna dikkat çekmiştim. Yıllar sonra bizler için bu savın  ne denli bir gereksinim olduğu daha bir belirgin olarak ortada…

Kültür sanat alanında örgütlenişimizin zengin bir geleneği var. Kültür sanatın, gelenek ve göreneklerimizin yaşatılması, bizlerin ayakta kalmasında son derece önemli rol oynadığına hep inanmışımdır. Türkçe eğitim ve öğretimin de bu gökkubbede sesimizin yankılanmasında paha biçilmez katkısı olduğu yadsınılmaz bir gerçektir. Öğretmenlerimizi, kültür sanat derneklerimizdeki yürekli sanatçılarımızı, yüzümüzü hep ağartıp, göğsümüzü başarılarıyla kabartan tiyatrocularımızı, şairlerimizi, yazarlarımızı, ressamlarımızı, bilim adamlarımızı, yaşamın her alanında kendini kanıtsamış  Kosova’daki Türk’ün gururu olup; bu dilin, bu kültürün, bu gelenek göreneğin nöbetine durmuş, karşılığını beklemeden gençliğini, hatta ömrünü bu uğurda harcamışlara selam olsun…

Yaşamak; zaman zaman  sert kayalara çarpılsa da, engeller bitmek bilmezse de, gerçekler zaman zaman buğulu aynalarda izini kaybetse de; pes etmeden, caymadan, yorulmadan koşullar ne olursa olsun, savaşım vermektir. Yaşamak, doğrunun savunuculuğuna soyunmaktır. Yaşamak, adam gibi  bir duruşa sahip çıkmaktır. Yaşamak, yaşanan zaman diliminin tanığı olmak, halkın gönlünde taht kurup, onunla her derdi ve mutluluğu dürüstçe ve mertçe paylaşabilmektir.

Bu topraklarda bir avuç oluşumuz içimizin derinliklerinde bir burukluğa sebebiyet verse de, bunu dışa vurmadan  kimliğimizi  korumak için hep koşturduk. Şiirimizin dizelerinde, türkülerimizin nağmelerinde, halk oyunlarımızın çoşkusunda, sahnede oynanan tiyatro oyunlarımızda,  konserlerimizde, festivallerde, bilimsel toplantılarda, kitap tanıtımlarında, bestelerimizde bizi söyledik, bizi yaşattık. Onlar; Hacı Ömer Lütfi’ydi, Dr. Durmuş Tselina’ydı, Hayrettin Volkan’dı, Aziz Buş’tu; Hüda Leskofçalı, Süreyya Yusuf,  Muhammet Şerif’ti; Süleyman Brina, Cemal Şpat, Suphiye Matroni, Rasim Salih’ti; Refet Kiser, İsa Şimşek, Şaban Topko, Naim Şaban’dı; Faik Emruş, İzzet Kiser, Nazım Bleta, Emin Mecihan, Faruk Sungur, Ahmet Müezzin, Gani Sadık, Zeynep Ramacık, Fadıl Şalıyan, Abdülhadi Şkodra, Aluş Nuş, Başkim Çabrat, İrfan Şekerci, Fatma Vesniç, Besire Halo,  Ülvü Jılta, Hüseyin Kazaz, Reşit İsmet, Agim Fişar, Nevzat Şundo, Melek Tamnik, Mediha Şişko, Yunus Şimşek, Bayram Top, Adnan Jılta, Şefki Kazaz, Mikuş Jılta’ydı; Reşat Vırmiça, Ahmet Goleş, Şükrü Zeynullah, Beyto Nobırdalı, Şerafettin Süleyman, Ali Aksoy, Şakir Maksut,Nevzat Hüdaverdi, Muhammet Ustaibo,Ömer Keçi, Hayrettin Gaş,Reşat Şinik, Bedrettin Koro, Ferhat Derviş, Fadıl Derviş, Talat Mitroviça’ydı; Nimetullah Hafız, Nusret Dişo Ülkü, Hasan Mercan, Salih Lika, İskender Muzbeg, Enver Baki, Bayram İbrahim, Şecaettin Koka, Zekir Sipahi, Arif Bozacı, A.R. Yeşeren, Sedat Şporta, Fikri Şişko, Altay Suroy, Daut Hamolar, Fahri Mermer, Ahmet S.İğciler, Mürteza Büşra, Mehdiülkü Cibo, Şerafettin Ömer,Abdullah Bırvenik, Abdullah Çarıkçı, Recep Şalıyan, Vahit Ergin, Arif Bütüç, Şükrü Mazrek, Nuhi Mazrek, Suphi Mazrek, Güner Şaban,İsmet Bölükemini,  Mehmet Bütüç, Ethem Baymak, İrfan Morina, Aziz Serbest, Reşit Hanadan, Fevzi Karamuço, Zeynelabidin Ustaibo, Burhan Sait, Raif Kırkul, Özcan Micalar, Orhan Sait, Zümrüt Süleyman, Rezzan Zborça’ydı;  Sevim Baki,  Osman Baymak, Bekir Hocalar, Etem Kazaz, Nafiz Gürcüali, Raif Buş, Zekeriya Hocalar, Perihan Bayram, Elma Aksoy, Özbeyin Aksoy,Turan Kasap, Ercan Kasap, Esin Muzbeg,Asım Mongovtsi, Sevim Baki, İlir Bırveniku, Reyhan Kantarcı, Erol Karaibo, Fikret Refeya, Orhan Krasniç,  Bengi Muzbeg,Taner Güçlütürk, Kadriye İmam,Gülşen Bölükbaşı, Krenar Çoça, Fatma Hoca, Gani Draguşa, Feride Zeynullah, Sencar Karamuço, Gülay Krasniç, Ela Kasap, Ergin Karahasan, Naki Mustafi’ydi. Ve daha niceleri, niceleri, niceleriydiler…

Amaç: hizmetti! Halka hizmet! Büyük bir heyecan, büyük bir zevkle! Çünkü o halktı! Halka hizmet sunmanın dışında daha büyük bir hizmet ne olabilirdi ki? İkircimsiz ve karşılık beklemeden gerçekleşen bunca etkinlik, sunulan bunca çaba, göğüslenen bunca başarı…

Evet, bizler Balkanlarda bir avuçtuk. Anaülke sevgisi, anaülke hasretiyle kavrulan kuşaklardık. Harcımız hoşgörü ve sevgiydi. Topluca sevinebileceğimiz nice işler becerdik… Tek ‘abartı’ sayılabilecek yanımız dilimizi çok sevmekti. Ne yaptıysak dilimiz uğruna yaptık. Onu yaşatmak için her şeyi göze aldık.

Her  yeni eğitim öğretim yılı başında öğrenci sayımız olacak mı olmayacak mı diye yüreğimiz güm güm attı. 65 yıldır ders kitaplarımız konusundaki sorunu bir türlü gündemden düşüremediğimiz için içimizdeki acı kışladı durdu…Ve benzeri nice sorunlar hala belimizi bükmeye devam ediyor…

Evet, bizler Balkanlarda bir avuçtuk. Ama, dünyada  250 milyon insanın bu dili konuştuğunun bilincinde olduk hep. Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve nice değerlerimizin bizden olması, gönüllerimizi hep gönendirip kamçıladı.  Halkım diyerek; el ele verip, sorunlar karşısında  tek yumruk olarak hareket ettik. Halkım diyerek; dizeyle, yazıyla, türküyle, besteyle, fırçayla, illa ki yürekle yaşamın her alanında bu dilin, bu kültürün, bu kimliğin savunuculuğuna durduk.

Evet, bizler Balkanlarda bir avuçtuk. Radyo yayınlarıyla, televizyon yayınlarıyla, gazetelerimizle, özgün olmak üzere bine yakın edebi, bilim, sanat, ders vb. içerikte kitaplarımızla, günyüzüne çıkardığımız dergilerimizle, Priştine Radyosu çerçevesinde etkinlik gösteren Balkanların biricik profesyonel Türk orkestresiyle, televizyon proğramlarıyla, ödüllere doymayan tiyatrocularımızla, dillere destan zanaatçılarımızla var olduk hep…

Günümüzde de ayakta alkışlanacak işler yapılıyor. Günümüzde de koşturmacalar sürüyor. Koşullar son derece zor olsa bile…Kültür sanat, eğitim ağırlıklı etkinliklerin yoğun bir şekilde hala 20, 30, 40, 50 ve hatta 50 yılı aşkın bir zamandır bu çarkta yerini almış sanatçılarca, yazarlarca, öğretmenlerce, gazetecilerce ve diğer mesleklerdeki bireylerce gerçekleştiğine tanık olmak zor değil. Gençlerin yavaş yavaş bu etkinliklerde kendi yerlerini aldıklarını görmek, bizleri mutlu ediyor doğrusu. Ve yavaş yavaş, üniversite mezunu olanlar, yüksek lisans yapanlar, yaşamımızın her alanında kendi yerlerini almalılar. Artık sahne onların. Önlerini açan bizler olmalıyız. Görevlere sarılıp, yeni projelerle, yeni girişimlerle, cesaretli adımlarla yeni ufuklar açmaları için destek ve cesareti esirgememeliyiz onlardan. Elbet ki bireysel çıkarlarımız olacak. Ancak, illaki bireysel çıkarlar olmamalı. Dozunu kaçırmamalıyız. Halkın güvenini yitirmemeliyiz. Halkın gereksinimlerine kulak verip, çalışmalarımıza, etkinliklerimize o doğrultuda sarılmalıyız…Slogana çalan birlik beraberlik değil, gerçek birlik beraberliği sağlamalıyız. Kültür sanatta, siyasi sahnede bir görev üstleniyorsak, halkımız o güven ve sorumluluğu bizlere vermişse, bu güven ve sorumluluğa gölge düşürmemeliyiz. Bir yerlere geldikten sonra halkı unutmamalıyız. Başarıyı nasıl alkışlıyorsak, başarısızlık karşısında da suskun kalmak, ya da vurdumduymazlıktan gelmek doğru değil. Zaman bize bunun faturasını çok ağır ödetir sonra…

İnsan, yaşadığı zaman diliminin tanığıdır. Bizler de 1966 yılından bu yanadır bu topraklarda kültür sanat  alanında bir şeyler vermeye özen gösteriyoruz. Bu 50 yıllık zaman içerisinde dava arkadaşlarımla, meslektaşlarımla, sanatçı dostlarla, öncelikle halka hizmet vermek için didinip koştuk. Eksilerimizle, artılarımızla bilgi dağarcığımız çerçevesinde  yüreğimizi ortaya koyduk. Yorgun düşsek de pes etmeyen bir kuşak olduk. Sanırım bunun böyle olmasında en büyük etken “Halkım, diyebilmek” kavramındaydı. O zaman yaşamın anlamı halka hizmet sunmanın yolundan geçse gerek diye düşünüyorum…

Halkla birlikte olalım, halka kulak verelim. Topluca sevinebilmek erdemine varalım. Bize bu yakışır…

Zeynel Beksaç

 

 

0 0 0 0 0 0

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Sıradaki haber:

PRENS CHARLES’E KOSOVA’DA YOĞUN İLGİ

KÖŞE YAZISI

TÜM YAZARLAR
erkasap
ERCAN KASAP
“Karanlıktan korkan çocuğu kolaylıkla hoşgörebiliriz.Yaşamdaki asıl trajedi,yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır” (Platon) 60 yıldan bu yana kesintisiz Türkçe eğitimin yapıldığı Priştine’nin tek ilköğretim okulu “Elena Gjika” okulunun müdür yardımcısı görevine uzun yıllardan sonra bir Türk öğretmen seçildi, tam da güzel oldu, hak yerini buldu derken, Türk topluluğunu derinden sarsan tatsız bir olay yaşandı. “Elena Gjika” okulunda görev yapan Arnavut öğretmenler, ne hikmetse, müdür yardımcılığına Türk öğretmenin seçilmesini hazmedemedi.K ararı, derslere girmemekle boykot etti. Ardından Arnavut öğrenciler Türk öğretmen ve öğencilerine sataştı, tartakladı ve çirkin hareketlerde bulundu. Anlatıldığna göre Arnavut örencilerinn tepkisi tam bir mlliyetçilik gösterisine dönüştü. Holiganlık davranışları sergileyen Arnavut öğrenciler, Türk öğretmen ve öğrencilerine adeta terör estirdi. Esir kaldıkları sınfların kapıları tekmelendi, camlar kırıldı,”burası Arnavutlarındır” sloganları atıldı. 65 yaşında bir Türk öğretmeni 13- 14 yaşındaki Arnavut öğrenciler tarafından tartaklandı. (9’uncu sınıf Türk öğrencilerinin toplu olarak imzaladıkları mektupta, biyoloji ve fizik derslerini veren kıdemli öğretmen Abdullah Bırvenik’in Arnavut öğrenciler tarafından koridorda etrafının sarıldığı, tartaklandığı, Arnavut bayrağıyla sarılarak, sataşmalara maruz kaldığı ileri sürülüyor). Sebep, sadece ve sadece müdür yardımcılığına seçilen öğretmenin Türk olması!
b
b

SIZIN KÖSENIZ

TÜM YAZARLAR
konukyazar
SİZİN KÖŞENİZ
Sizin Köşeniz bölümünde siz değerli okuyucularımızın .............
casibomjojobetCasibom GirişJojobet Giriş YapcasibomCasibomMeritking GirişBets10holiganbet girişmarsbahis giriş