29 Ekim 2024 Salı
Yine şükrettiğim günlere kavuştum. Yürüyüp ilerledikçe, arkamda bıraktığım siyah gül yapraklarından uzaklaşıyorum, gelecekteki sevgi tomurcuklarının hayalini kurarak… Pişmanlıklarımın nakışlarıyla dolu kaftanımı söküp attım üzerimden. Issız salıncaklarda avunan umutsuz kız çocuğu değilim artık. Hem niye üzülür ki insan? Ne mutlu ona ki pişmanlıklarını tövbeye dönüştürmeyi başarmış, kalbine umut tohumları ekmeyi hedeflemiştir. Hayat tiyatrosu hep aynı perde ile sonuçlanmaz ki! Hatalarımız canımızı yakıyor olabilir, ancak insanoğlu inanmadıkça, hata yapmaya devam eder. Sırf kendi vicdanını rahatlatmak için hayatı suçlar. Kaderine isyan eder ve bir hata daha katar ömrüne. Hâlbuki bütün düğüm içimizdeki ilahi sırda saklıdır. Yeter ki bir sabah, penceremizi açıp gökyüzünün huzur veren maviliğini seyredelim ve bir çiçeğin topraktan aldığı güçle dirilişini…
İnsanız ya, karamsarlık içimize işlemiş. Hayvani nefsimizi yenmedikçe, göremiyoruz etrafımızdaki güzellikleri. Varamıyoruz farkına şükretmenin yüceliğini. Oysa her nefes alış-verişlerimiz bizlere birer lütuf, bir armağan, doğru yolu bulmak için yeni bir fırsat… Kalbinin sesini dinlemek kolaydır. Niye vicdanının sesini dinlemeyi denemez insan? Ne malum kalbinin sesi sandığının, nefsinin fısıltısı olmadığı? Akıl almaz bazen böyle soyut şeylerin gerçekten var oluşunu. Benliğini maddiyata vermiş, bedende altın kafese saklanmış bir bülbül gibi acizdir o ruh. Ah bir kurtulabilse, bir açabilse o kafesin kapısını! Bir uçabilse bülbül dilediği dalara konarak, bir huzur bulsa o can…
Hayır! Biz dilek tutmadıkça, bu yıldızların kayacağı yok… Hadi işlediğimiz günahlar boyumuzu aştı diyelim; Peki mecbur muyuz şeytanın övgü yağdırışlarını dinlemeye? Kulaklarımızı kapayıp, ellerimizi O’na doğru yükseltip dua etmek, yaramıza merhem olmaz mı sizce? İçimizdeki sessiz haykırışlar kalbimizi kanatıyor olabilir, olsun! Bize düşen “ümit var” olup yeniden ayaklanmak. Artık topraktan var olduğumuzu hatırlayıp, ateşlerden uzak durmalı. Artık kendimizi pişmanlık gözyaşlarıyla temizlemeli. Artık “inançlı” olmalıyız.
Hayata bir adım geride başlamış olabiliriz, ancak bu ilerleyemeyeceğimiz anlamına gelmez. Bırakalım ceviz kabuğunu doldurmayacak sebeplerden sızlanmaya. Evimizde tüten bir baca, sofralarımızda bir dilim ekmek, başımızı okşayan bir baba ve üstümüzü örten bir annemiz varsa, kalbimizde bir avuç umut da vardır, eminim. Hadi “bu saydıklarıma sahip olmayanlar ne yapsın?” sorusunu soralım. Anne babasını kaybetmiş, evinde ekmek olmayan, hatta bir evi bile olmayan çaresiz insanı örnek alalım. Ekmeği yoksa, duası da mı yok? Rabbin merhameti bu kadarıyla sınırlı değil ey dostlar! İmanın yarısı sabır, yarısı şükürdür diye öğretilmedi mi bize? Kendimizi “çaresiz” olarak nitelendirmeyelim, kısıtlamayalım lütfen. Ve asla unutmayalım:
İnsan çaresiz değildir, duasızdır…
Arife Haskuka
Haziran