29 Ekim 2024 Salı
Şöyle bir hafızamızı tazeleyip 11 ve 12 Eylül tarihlerinde dünyada, Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’nde ve de biz Bulgaristan Türkeri’nin siyasi alanında neler yaşandığına dair bir göz atalım.
Tarih kitaplarının sayfalarına kalın harflerle kazınacak olan aşağıda kaleme aldığım ve yorumlamaya çalışacağım bu olayların 11 ve akabinde 12 Eylül’de yaşanması tesadüf müdür bilemem, lakin biz Bulgaristan’ da yaşayan Türkler ve diğer Müslüman azınlıklara etkileri çoktur.
11 Eylül 1923 yılındaki en önemli olay Mustafa Kemal Paşa’nın Halk Fıkrasına Genel Başkan seçilmesi idi. Halk Fırkası yeni Türkiye’nin, Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisi olma özelliğini taşıyan partiye, Atatürk’ün Nutuk’ta belirttiği gibi; “partinin adına daha sonra “cumhuriyet” kelimesi eklenmiş ve “Cumhuriyet Halk Partisi” adı verilmiştir. Hiç şüphesiz İkinci Meclis’te çoğunluğu sağlayarak, inkılaplar için ortam hazırlamayı ve inkılapları halka anlatacak ve onları aydınlatacak kadroyu oluşturmayı hedefleyen partinin kurulması tüm dünyada olduğu gibi Bulgaristan’da yaşayan Türk ve diğer Müslüman azınlıklar üzerinde de etkisi oldu. Küllerinden yeniden doğan bir milletin destansı mücadelesinin sonucunda yeni ve modern bir devlet kurulmuştu. Ancak ileride zamanla daha da güçlenmesi için siyasi reformlar şart olduğu gibi halkın tüm kesimlerinin temsiliyeti de önemliydi. Temsiliyet ile alakalı bazı yersiz eleştiriler ve spekülasyonlar olsa da, Mustafa Kemal’in dediği gibi “Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir.”
Çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde olduğu gibi dış politikada da “Yurtta sulh, cihanda sulh” anlayış ve uygulaması altında başarıya ulaşmış ve bölgede (Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu) rolü ve önemi pekişmiştir. Durum böyle olunca, özellikle de Balkan Yarımadası’nda çoğu ülkede, yaklaşık yarım asırdır telef olan Türklerin, büyük acılar içerisinde yaşamasına rağmen özüne ve kimliğine sahip çıkmaları, Bulgaristan’ da yaşayan Türkler ve diğer Müslüman azınlıkların yüreğine de su serpilmiştir. Bir nevi kimliği, örf ve adetleri ile geleceği ve varoluşu temin altına alınmıştır. Çünkü güçlü Türkiye, güçlü ve rahat Türk insanı demektir!
Atatürk döneminden (1923-1938) sonra ne yazık ki yukarıda bahsedilen istikrar sağlanamamıştır. Ta 93 Harbi’nden bu yana, özellikle Balkanlar’dan dalga dalga Türkiye Cumhuriyeti’ne, Anayurda, göçler gerçekleşmiştir. Ama geride kalanlar zor günler yaşamış ve varoluşunu sürdürmeye çalışmıştır. Hem Türkiye Cumhuriyeti açısından hem de ülke dışında yaşayan Türkler için de birçok küçümsenmeyecek önemli olay gerçekleşmiştir, 1952 NATO üyeliği ve 1974’te 2 hafta süren Kıbrıs Türk Barış Harekâtı gibi. Ancak bir yandan kapitalizmin diğer yandan da komünizmin kasırgalarının estiği ve kutuplaştırıldığı bir dünya düzeninde, Türkiye dışında yaşayan Türkler ve akraba topluluklarından Anayurda kısmi göçler gerçekleşse de, kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. Kısaca dünya çift kutuplu hale gelmiştir ve Türkiye bu dünyada da yerini almıştır. Fakat Türklerin birçoğu karşı bloğun çatısı altında kalmış, zulümler ile asimilasyon politikalarına maruz kalmışlardır. İdeoloji tabanlı bu çift kutuplu dünya düzeninin etkileri Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde de siyasilerin yangını körüklemesiyle sağ ve/veya sol çatışmaları boy göstermiştir. Dolayısıyla askeri darbeler gerçekleşmiştir. Tarih 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde ordu yönetime el koymuş, parlamento feshedilmiş, siyasi faaliyetler durdurulmuş ve tüm yurtta sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.
12 Eylül Darbesi’nin etkileri komşu ülkelerde de görülmüş ve yaşanmıştır. Darbeyi en acı şekilde hissedenler ise Bulgaristan’da hayatını sürdüren Türkler ve diğer Müslüman azınlıklar olmuştur. Darbeyi sebep olarak öne süren cani Jivkov’ un totaliter rejimi, Türklere karşı insanlık dışı asimilasyon kampanyası planlamış ve yürürlüğe koymuştur. Türklerin örf ve adetleri, dini faaliyetleri ve Türkçeyi yasaklamakla kalmamış zorla Türk-İslam adlarımızı Bulgar-Slav adlarıyla değiştirmiştir. İtiraz edenleri toplama kamplarına göndermiş veya katletmiştir. 1984 – 1989 yılları arasında yaşanan trajediye o günlerde tüm dünya ne yazık ki sessiz kalmıştır. Dönemi yaşayan bir çocuk olarak ben, ailem ve Türk ve din kardeşlerimin nelere maruz kaldığımızı en kötü kâbuslarınızda bile hayal edemezsiniz! Hiç şüphesiz bu durum böyle devam etmemeliydi, edemezdi de zaten. Bir kısmımız, yaklaşık 500 bin kişi, 1989’da ”Büyük Göç” diye de adlandırılan göç tufanıyla Türkiye’ye, Anavatan’a göç etmiştir. Geride kalanlar asimilasyon yıllarında gizlice başlayan, daha sonra Sovyet rejiminin çökmesinden dolayı tek kutuplu hale gelen dünya düzeniyle birlikte Türkler ve diğer Müslüman azınlıklar bir araya gelip siyasi bir oluşumun içine atıldı. 4 Ocak 1990’ da Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) kuruldu ve liberal demokrat değerleri benimseyerek Türk ile azınlık hakları siyaset üzerinden arandı. Devletin bütünlüğü ve gelişmesine zarar vermekten ziyade, aksine barışçıl bir çözüme ve gelişime, ülke barışına, önemli katkılarda bulunuldu. HÖH’ün, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin 2004 yılında NATO ve 2007 Avrupa Birliği (AB) üyeliğine olan katkısı buna bir örnektir.
Yeni binyıla girdiğimizde ise Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezinde iddia ettiğinin aksine, Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezindeki İslam ve Batı medeniyetleri arasındaki sorunlarla ilgili olası öngörüleri gün yüzüne çıkmıştır. Burada sakın insan odaklı ve de barış ve hoşgörüyü öğreten dinimizi radikal gruplarla karıştırmayınız! Nitekim 11 Eylül 2001’de New York’un “İkiz Kulelerine” yolcu uçaklarıyla 2001’de terörist saldırı bunun belirtisidir. ABD, tarihinin en büyük ve kanlı terör eylemini 11 Eylül saldırılarıyla yaşadı. Bu saldırılar ABD’nin Ortadoğu başta olmak üzere dünya politikasını değiştirmesine de neden oldu. Tüm İslam âleminin örnek ve modern devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin değil sadece, bölgede de medeniyetler ittifakında da önemi ve büyük rolü bir daha görüldü. Başta Türkiye olmak üzere, Türk Dünyası’nın modern dünyada ve özellikle de AB’nin vazgeçilemez bir parçasıdır. Yukarıda bahsettiğim gibi Bulgaristan Cumhuriyeti AB’nin üyesi ve burada şüphesiz Türk-İslam âlemini başlıca Türk ve Müslüman olan HÖH Milletvekillerimiz tarafından temsil edilmekte ve medeniyetler arası diyaloğa katkıda bulunmakta. Lakin ne yazık ki yetersizdir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin AB üyeliği şarttır.
Takvim 11 ve 12 Eylül 2014 gösterdiğinde ise başkent Ankara’da çok önemli iki olay gerçekleşti. Bunlardan ilki ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, binlerce insanı yerinden yurdundan eden ve zulme maruz kılan, İslam’la yakından uzaktan alakası olmayan radikal terörist grup IŞİD’e karşı oluşturulacak koalisyonu görüşmek üzere Ankara’ya gelmesidir. Kerry ilk olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve daha sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü. Cumhurbaşkanı ile aralarındaki görüşmede ise iki ülkenin bölgedeki tüm terör örgütlerine karşı bugüne kadar olduğu gibi bundan sonraki süreçte de ittifakı ve ortak mücadele devam edileceği vurgulandı. Türkiye’nin bölgede ne denli önemi olduğu bir daha görüldü.
İkincisi ise yıllardır beklenen ve Bulgaristan Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkler ve diğer Müslüman azınlıklar açısından güzel bir gelişme olan ve önem arz eden tarihi bir görüşme gerçekleşti. HÖH Genel Başkanı Lütfi Mestan ve beraberindeki Genel Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza, milletvekili adayları Hüseyin Hafızov ve Şabanali Ahmet’in yer aldığı heyet önce T.C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Başkanı Doç. Dr. Kudret Bülbül ve Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ile görüştüler. 12 Eylül 2014’te HÖH lideri ve beraberindeki heyetin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaklaşık bir saat süren görüşmelerinde ise iki ülke arasındaki ilişkiler, Türk azınlığının durumu ve 5 Ekim’de Bulgaristan’da yapılacak erken genel seçimler ele alındı. Görüşmelerde HÖH’ün Türkiye ve Bulgaristan arasındaki bir köprü olduğu, hatta daha ileriye, AB’ ye kadar uzanan bir köprü olduğu bir daha öne çıktı. Başkent Ankara’da gerçekleşen son derece faydalı ziyaret bir ilkti ve hem göçmenler hem de biz Bulgaristan’da yaşayanlar açısından son derece memnuniyetle karşılandı ve çok olumlu olarak görüldü. Şüphesiz buzların eridiğine işaretti. Genel Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza ve milletvekili adaylarından Şabanali Ahmet’in Türkiye mezunları olmaları da ziyarete anlam kattı. Mesajlar gayet açık ve netti. Umuyoru(m)z ki bu tür görüşmeler biz Türkler ve diğer Müslüman azınlıklara faydalı olur. Bundan hem Türkiye Cumhuriyeti, hem de Türk Dünyası ve akraba toplulukları yararlanacak ve daha da güçlü hale gelecektir.
Son olarak 11 ve 12 Eylül tarihlerinde gerçekleşen yukarıda belirttiğim gelişmeler hem dünya, hem Türkiye Cumhuriyeti, hem Balkanlar, hem Kafkaslar ve Orta Doğu, özellikle de biz Bulgaristan Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkler ve diğer Müslüman azınlıklar üzerinde etkisi büyüktür. Bizim varoluşumuzun garantörü ve hem bizlerin hem de en büyük destekçisi, daha önce olduğu gibi, Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’dir! Dünya barışının, İslam ve Türk Dünyası’nda yaşanan sıkıntıların yolunun Boğazdan geçtiği aşikârdır. İsmet İnönü’nün Time dergisine verdiği ünlü demecin son kısmında olduğu gibi “yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur!”, nitekim buldu ve buluyor da. Hep birlikte daha iyi bir dünya, daha güçlü Türkiye ve Türk-İslam âlemi için el ele olmalıyız. Çünkü güçlü Türkiye, güçlü Türk-İslam âlemi demektir, güçlü medeniyetler ittifakı, daha yaşanası ve barışçıl dünya demektir!
Kamuran RAMİS