09 Kasım 2024 Cumartesi
24 Mart 1999 gecesinde Nato’nun başlattığı Hava Harekatı ve 20 yıl önce Kosova’da yaşanan savaş dramının anısına….
1999 yılının Nisan ayı. Ne kadar da özgürlüğü özlemişiz… Ne kadar da özgür olmaya hasret kalmışız… Özgürlüğün bittiği bir ülkeden, özgürlüğün parıldadığı bir ülkeye geldiğinde insan, bunu daha iyi anlıyor.İstanbul “Atatürk” havalimanına iniş yapan THY’ye ait uçak apronda yerini aldı. Uçak merdiveninde ağır adımlarla ilerleyişimiz,yorgun ve bitkin halimizin yansımasıydı. Yolcuları ilk karşılayan, çaresizlere kucak açmış anavatanın, tenimizi okşayan o hafif ve sıcacık rüzgarıydı. İçimizde hem sevinç hem de hüzün duyguları birbiriyle karışmıştı. Kendimizi Türk misafirperverliği ile güvencesine teslim etmiş olmanın verdiği sevinç, diğer taraftan Kosova’da bıraktıklarımız.Uçaktan inen yolcular, Kosovalı mültecilerdi. Ölüm kusan savaştan canlarını zar zor kurtarmış insanlardı. Görevlilerin ”Türkiye’ye hoşgeldiniz. Büyük geçmiş olsun” sözleri, bundan böyle güven içinde olacağımıza dair içimizi rahatlatan ifadeydi. Acımızı,çekilerimizi paylaşan gözler hep izledi bizi. Örgütlü olarak otobüslerle Kırklareli’nde Kosovalı mültecilerin yerleştiği misafirhaneye polis eskortu eşliğinde vardık.”Siz Üsküb’e sığınan Kosovalı mülteciler için Türk Hükümeti’nin kararıyla özel olarak gönderilen uçakla İstanbul’a gelen grupsunuz öyle değil mi? Çok geçmiş olsun ve hoşgeldiniz sözleriyle Kırklareli Valisi İ. Kemal Önal tarafından sıcakça karşılandık. Kırklareli’ne vardığımızda gecenin geç saatleriydi. Birçoğumuz “Gaziosmanpaşa” misafirhanesinde ,bazılarımız da akrabalarımızda kalacağımızı ifade ettik. Kampta kalmayacak olanlar ertesi gün formları doldurup, kamptan ayrılacaktık. Kampta kalacak olanlar odalarına yerleşti, akrabalarının yanlarına gidecek olanlar da bekleme salonuna yerleştirildi.Anlaşılan uykusuz bir gece geçirmek vardı.Sabahın şafağı, Türk dayanışmasının en güzel örneklerinden birine tanıklık ediyordu. Kosovalı mültecilere başlatılan yardım kampanyası, adeta yardım seline dönüşmüştü. Türkiye’nin dört bir yanından gelen yüzlerce kamyon, misafirhaneye yiyecek ve giyeceklerden oluşan yükünü boşaltmak için sırada bekliyordu. Çok geçmeden misafirhanenin avlusu gazeticilerle dolup taştı.Sırp zülmünden kaçmış olan her Kosovalı’nın kendine özgü yürek burkan bir hikayesi vardı.Kosova’da ölenler, Kosova’yı terk ederken parçalanan aileler,savaşın acıları, hepsi röportajlara dökülüvermişti. Misafirhanenin geniş avlusunda,savaştan sonra hakkın rahmetine kavuşan anam, yine savaştan sonra 39 yaşında kansere yakalanarak vefat eden yengem, ağabeyim ve iki yeğenimle birlikte, formların doldurulduğu binaya çağrılmayı bekliyorduk. Bir anda bir gazeteci yanıma yaklaştı. “A, seni tanıdım. Sen, kızı İstanbul’da doğan İhlas Haber Ajansı’nın Kosova muhabirisin değil mi abi. Hayırlı olsun, ayrıca büyük geçmiş olsun” dedi. Gazeteci ,TGRT muhabiri Faysal Atıl’dı. Bana o unutulmaz geceyi hatırlattı. Priştine’de Sırp polisi ile paramiliterlerin evlerimize girip zorla evden attırmış, bazılarımız, kamyonlara bindirilip evimizden kovulmadan Kosova’yı terk etmeye karar veren kalabalık bir gurubtuk. Priştine’yi arabalarla grup halinde terk etmiş , zar zor Kosova-Makedonya sınırına ulaşmıştık. Kurtulduğumuzu düşündüğümüz sınırda 6 gün geçirmiş, polis, asker ve paramiliterlerin şiddetine maruz kalmıştık. Arnavutlar, Türkler, Boşnaklar aynı kaderi yaşadı. Can güvenliği endişesiyle aç ve susuz, koca altı gün.Aralarında doktor, yazar,öğretmen, gazeteci vardı.Üsküpte , 2004 yılında yitirdiğimiz çok kıymetli dostumuz ve meslektaşımız Makedonya Devlet Televizyonu Türkçe yayınları Müdürü Gayyur Şeh’in evinde ağırlandık. Rahat edebilmek için çocuklarını Gostivar’daki ablalarına göndermişti. Üsküp’te kaldığımız bir kaç gün içinde İhlas Haber Ajansı ekibine katıldım. TGRT’de “Dünya Dönüyor” haber programına start verilmişti. Gece 01.00’de, bana her açıdan destek olan İHA Genel Müdür Yardımcısı İsmail Ballı ile canlı yayına katıldık. Kosova’da Nato harekatı ile komşu Makedonya’da Kosovalı mültecilerle ilgili gelişmelerden bilgi verdik seyircilere. Ve bir anda bana hayatımın sürprizi yapıldı. Nato harekatının başladığı gecenin ertesinde son otobüs ile iki çocukla Priştine’den İstanbul’a gönderdiğim eşim, doğum yapmıştı. Canlı yayında baba olduğum anons edildi. Eşimle röportaj yapılmış, ilk defa doğan kızım İrem’i gördüm.Gözyaşlarımı tutamamıştım. Gözyaşlarım,tarif edilemeyecek karışık duygularımın tercümanı olmuştu.O anları hatırlarken,Faysal’ın bana,”o gece canlı yayında Kosova’da yaşanan trajediyi anlatırken,sana süpriz yapıldı. Baba olduğun haberi verildi. Mülteci eşinin bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini canlı yayından anladın. Gözyaşların hepimizi ağlattı” dediğini duydum. Faysal’la kucaklaşırken, cebime para koydu.Baktım 10 milyon ( o dönemde 50 Alman Markı). Şaşkın şaşkın “bu ne sordum. Ölümü öp abi, bunu İrem’e verirsin ”dedi. Birbirimize baktık, teşekkür edemedim. Boğazım düğümlendi…Formları doldurmak için bir süre daha bekledik. Kosovalı mültecilerden bir kadın, “ biz Türk’üz, bize ayrıcalıklı davranmanız lazım” diye görevlilere sitem etti. ”Hanımefendi, böyle yapmış olursak Miloşeviç’ten bir farkımız kalmaz” sözleriyle, kadının, ayrımcılığın zirveye ulaştığı bir yerden geldiğinin basit bir örneği olduğunu, hepimize hatırlattı. Misafirhaneden ayrılma zamanı geldi. Misafirhanenin yanından geçen caddede bir süre bekledikten sonra, bir polis İstanbul’a giden otobüsü durdurdu. ”Kaptan İstanbul’a giden mültecilerimiz var” dedi.Üstümüzü 10 gün değiştirememiştik. Kosova’yı terkederken, yanımıza sadece azıcık yiyecek alabilmiştik.Bir günde İstanbul’a varırız diyerekten. Aradan 2 hafta geçmişti. İstanbul yolculuğu şimdi başlamıştı. Otobüse bindik, koltuklara yerleştik. Yolculardan her biri teker teker geçmiş olsun dileğinde bulundu.Bir süre sonra muavin geldi, beş bilet için 10 milyon TL istedi. Faysal’ın, İrem’e verdiği 10 milyonu uzatım.Diğer paramız yoktu çünkü.Yolcular, mültecilerden para alınır mı diye muavini uzun uzun azarladı.Biletlerimizi aldık. Uykusuz gece, yol yorgunluğu derken, uykuya dalmışız.Baktık ki İstanbul’a varmışız. Otobüsten indik, yolcuların geçmiş olsun dilekleriyle.Akrabaların otogardan bizleri almaları için bir telefon edecek yer aradık. Ama paramız yoktu. Bir anda küçük yeğenim, büyük bir şaşkınlıkla cebinden bir tomar para çıkardı. Bu ne dedik. “Bilmiyorum “dedi. Meğerse biz uyurken, otobüsteki yolcular aralarında para toplayıp, yeğenimin cebine koymuşlar fark ettirmeden..Bilmediğiniz, tanımadığınız yürekli insanlar.Bu insanlara, havalimanında, mülteci misafirhanesi’nde ,otobüste, hastanede her yerde rastlayabilirsiniz.Zor değil çünkü. O anda içinden geldiklerini yapan, insanların acısını paylaşmayı bilen, sıkıntıda olan insanlara yardım elini uzatan insanlar. Türkiye devleti de böyle, Türk insanı da. Türkiye bu. Türk insanı bu.Hem devlet şefkatinin, hem insan merhametinin bitmediği bir ülke.Bu düşünceler ile Otogar’dan, eşimin doğum yaptığı Türkiye Gazetesi Hastanesi’ne yol aldım. İhlas Haber Ajansı’nın, doğum masraflarını üstlendiği ve doktordan hemşireye kadar tüm personel tarafından eşime ayrı bir özen gösterildiği hastanede, savaşın parçaladığı bir aile yeniden birleşti, Türk Devleti, Türk insanı sayesinde.
Türkiyem sana minnettarız.
Ercan Kasap
23.03. 2019