Öğretmen sınıfa girer girmez, Atakan, müdürün odasında senle söyleşi yapmayı bekleyen bir gazeteci abi var, haydi yanına git, dedi. Sessizce sınıftan çıkıp müdürün odasına gittim. Kapıyı çaldım, müdürün girmeme izin verdiğini duyunca içeri girdim. Karşımda güleryüzüyle beni süzen bir abiyle bakışırken, müdür, Mürteza abi okulumuza söyleşi yapmaya gelmiş, biz de senin adını verdik, geç otur, ben de sizi yalnız bırakayım, deyip odadan çıktı. Gazeteci abinin karşısına oturdum, o sordu ben cevap verdim, ben söyledim o dinledi. Söyleşi ne kadar sürdü bilmiyorum ama dokuz, on yaşlarında olan beni kendisini sanki kırk yıl tanıyormuşum gibi hissettirdi.
Katıldığım ilk söyleşi değildi ama benle söyleşi yapmaya gelen ilk gazeteciydi. Sonradan birkaç kez daha kendisiyle söyleşide bulunmuş ve her seferinde o anlattıklarımı not alırken ben de kendisinden bir şeyler öğrenmek için çabalamıştım. Hatta birkaç sene sonra gazetecilik macerama başladığımda, zamanında ondan kaptığım değerli bilgilerin hayrını görmüştüm.
* * *
Yıllar geçmiş, ilkokul, lise derken üniversiteli olmuştuk. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin düzenleyeceği uluslararası tıp öğrenci kongresi için Erzurum’a gitmiştim. Bu kongrenin düzenleme kurulunda bulunduğumdan her ne kadar sunum yapacak katılımcıları bilsem de, kongre başladığında oradaki tıbbiyeli arkadaşlarım bana bir sürprizlerinin olduğunu söylediler. Hayırlısı, deyip beklemeye başladım.
Birbirinden değerli bilimsel tebliğleri dinlerken, sıradaki araştırmanın Kosova’dan olduğu anons edildi. Kendinden emin tavrı ve güleç yüzüyle kürsüye çıkan Dr. İdriz Mumcu, Kosova’da verem hastalığıyla nasıl mücadele ettiklerini ve kısıtlı imkânlara rağmen vereme karşı açtıkları savaşta ne kadar çok yol katettiklerini anlattı durdu. O anlattıkça salondaki tıbbiyeliler pür dikkat kesildi, benimse gururdan göğsüm kabardı durdu.
Oturum bittikten sonra hemen herkes, Dr. İdriz’den “kahraman doktor amca” diye bahsediyordu. Ben de hem kendisiyle aynı câmiadan olmanın hem de bana yapılan bu güzel sürprizin keyfini çıkarıyordum.
* * *
Bu yaz, bir ay arayla bu iki güzel insanı kaybettik. Bu kayıplar sadece basın, yayın ve sağlık dünyasıyla sınırlı değil, bu kayıplar Kosova Türk toplumunda yeri doldurulamayacak kayıplardır. Neden mi? Çünkü bu insanlar zamanında kısıtlı imkânlara rağmen memleketteki Türk çocuklarını buluyor, Türkçe konuşturuyor, Türkçe dinletiyor, Türkçe yazdırıyor, Türkçe okutuyordu. Çünkü bu insanlar sadece Türkçe konuşabilen hastaları iyileştirmekle kalmıyor, halkının her açıdan sağlıklı ve sıhhatli olması için uğraşıyordu. Çünkü bu insanlar sadece uzmanı oldukları alanlarda çalışmakla kalmıyor, bilgileri ve güçleri yettikçe diğer alanlarda da bu memleket ve bu memleketin Türklüğü için gayret sarfediyordu. Üstüne üstlük Kosova’daki varlığımızı vurgulamak ve bu varlığı yaşatmak için çabalıyordu.
Böyle asil ruhlu, vatansever, milletsever aydınlarımız teker teker göçüp gidiyor. Bizse bırakın yerlerinin doldurulamayacak endişesini taşımayı, kısa zaman sonra unutma ve gelecek kuşaklara anlatmama umursamazlığını yaşıyoruz. Bu tuhaf huyu nasıl ve nereden edindiğimizi sorgulamıyoruz bile!
Millî konulardaki vurdumduymazlığımızın hesabını milletçe vereceğimiz zaman geldiğinde de iş işten çoktan geçmiş olacaktır.
Atakan KORO
06.08.2022
KURTİ VE VUÇİÇ 18 AĞUSTOS’TA BRÜKSEL’DE BİRARAYA GELECEK
ARNAVUTLUK’TA AKRAN ŞİDDETİ PROTESTOSU
BALKANLAR’IN GELECEĞİ TİCARETLE ŞEKİLLENECEK
İSTANBUL EĞİTİM ZİRVESİ 2024 DÜZENLENİYOR
ÜSKÜP’TEKİ FESTİVALDE TÜRK ÇAYI TANITILDI